Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



16 Şubat 2012 Perşembe

Beykoz Kebabı

Staj yaptığım bir sene ve sonraki ilk çalışma yılımda çalıştığım yerlerde yemek çıkmadığından, dışarda yiyordum. Kimi zaman simit ya da ekmek arası ile geçiştirdiğim bu yemeklerin en keyiflisi, staj zamanı Karakayalar isimli lokantada yediklerimdi. Bürodan birkaç arkadaş birlikte gider ve set menüyü söylerdik. Bu menü, içerisinde çorba, sulu yemek, pilav ya da börek, salata ya da tatlı olan gayet ekonomik bir menüydü. Yediğimiz yer de çok temizdi.

Sonraki ilk çalışma yılım Sultanahmet'te geçti. Gerçi böyle dediğime bakmayın meslek icabı mesaimin çoğu Sultanahmet'te olmuyordum; ama öğleyin ofisteysem birkaç arkadaş yakınlardaki yerlere giderdik. Mesela meşhur köfteci, Aslan, Hanımeli... Oradaki arkadaşlarım, yemeklerden sonra çay keyfi yapmaya alıştırdı beni. Sohbet muhabbet çok hoş geçerdi öğle yemekleri. Üstelik tarihi yarımadada olmak, yaz kış turistlerin olması içimi açardı.

Devam eden çalışma yıllarımda işyerimin yemekhanesinde yedim. Bunun avantajları; kışın soğukta, yazın sıcakta "ne yiyeceğim" derdi olmaması, öğle yemeği için para harcamamak, her zaman sağlıklı ve temiz yiyebilmekti. Hele yemek dağıtan teyzeler. Hamileliğim boyunca bana hep iltimas yaptılar. Tabağıma hep daha fazla koydular, tercih etmediğim yemeklerden "canın çeker" diye küçük kaselere doldurup verdiler. Bu içtenliklerini asla unutmayacağım. Orada da mesai arkadaşlarımla giderdim yemeğe. Sohbet muhabbet bir şekilde geçerdi öğle tatilleri, ama çoğu zaman dışarının havasını alamadan, yani asla o kadar neşelenmeden.

İşten ayrılıp evde kalmaya başladığımdan beri öğlenleri canım yemek istemiyor. Sanırım en büyük nedeni yalnız olmak. Küçüklüğümden beri, sofra düzenine alışmışım. Yani evde kim varsa, aç ya da tok fark etmez mutlaka sofrada olacak. Yemek yenecek, konuşulacak, hayat paylaşılacak. Belki de bu yüzden, sofra kurulunca ilk oturanlardan ve en son kalkanlardan biri ben olurum. Açlıktan gözüm döndüğünden değil, o kalabalığı ve paylaşmayı sevdiğimden. Neyse,

Geçenlerde, eski işyerimde, "Beykoz Kebabı" ismiyle yapılan yemek düştü aklıma. Lezzetliydi, besleyiciydi, "deneyeyim" dedim ve hatırladığım kadarıyla yaptım. Biraz uğraşmalı bir yemek, çok kap kirleniyor ama sonunda bence buna değiyor.  

Az sonra Defne uyanacak, önce ona yedireceğim sonra da o oyun oynarken ben yiyeceğim ve yerken, bugüne kadar öğle sofralarını paylaştığım tüm arkadaşlarımın kulaklarını çınlatacağım ve akşam eşimle soframızı paylaşmayı dileyeceğim.

Malzemeler (iki kişilik):

- 250 gr yağsız dana kuşbaşı
- 2 patates
- 1 havuç
- 2 ya da 3 diş sarımsak
- 8 ya da 10 adet mantar
- 1 patlıcan
- 1/2 yemek kaşığı domates salçası
- Sıvıyağ
- Beşamel sos
- Rendelenmiş kaşar peyniri

Yapılışı:

1. Patates ve havucu soyup küpler halinde doğrayın, sarımsağı soyun ve bütün bırakın. Bunları, buharda pişirin.

2. Patlıcanı alacalı soyup doğrayın. Çok az sıvıyağ ilavesi ile kapaklı bir teflon tencerede pişirin.

3. Eti, yağsız tencerede, suyunu bırakıp çekene kadar pişirin. Ardından yeteri kadar sıcak su ve salça ilavesiyle et yumuşayana kadar pişirmeye devam edin.

4. Burdaki tarife göre beşamel sos hazırlayın.

5. Yağladığınız fırın kabına sebzeleri ve eti koyun. tuzunu ayarlayın. Beşamel sosu döküp hafifçe karıştırın. En üste rendelenmiş kaşar peynir serpip, önceden 200 derece ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

Afiyet olsun ! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac