Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



22 Mart 2013 Cuma

"Masal"lar

" Otobüsteyim, saatlerdir yoldayız, sanki hiç varmayacakmışım gibi. Etraf tenha, her yer çöl gibi. Yol yer yer bozuk. İçimin ürpermesini gururuma, kendime yediremiyorum. Dedikleri gibi ben artık korkmam, üşümem, acıkmam, hastalanmam. Saçlarınızı kestirmeyin demişlerdi, büyük bavul taşımayın yanınızda, yanınızdakilerle samimi olmayın, ne amaçla gittiğinizi söylemeyin. Sanki dünyanın bür ucuna hafiyelik için gidiyorum. Bir dakika o da ne? Eli yüzü sarılmış adamlar, ellerinde kalaşnikoflar. Otobüs duruyor, herkes ellerini kaldırıyor. Kimlik kontrolü.... Ya asker olduğum anlaşılırsa? Ailemi, evimi bir daha görebilecek miyim? Yakapaça otobüsten indiriliyorum...... "

" Mesleğimi severek ve isteyerek seçtim. Mezun olduktan sonra da memleketimde hizmet vermek istedim, gönüllü doktor olarak geldim buraya. Alıştığım gibi kerpiçten bir evdeyim, birkaç arkadaş birlikte kalıyoruz, kimimiz öğretmen, kimimiz doktor, veteriner. Öyle mükemmel değil ama idare ediyoruz işte. Önemli olan memleket aşkı değil mi? Günlerdir huzursuz buralar, inşallah bulunduğumuz yere değmez diyeceğim ama kim bilir? Yatmak üzereyiz, yarın ders var. Birden kapı çalıyor, açmak istemiyoruz ama içeri dalıyorlar resmen. Ellerinde kalaşnikoflar, yüzleri sarılı. Önlerine katıyorlar bizi. Gecenin bir yarısı kimsenin ruhu duymadan karanlığa karışıyoruz........"

" Küçük siyah araba virajı hızla aldı. Biliyorum bizim eve geldiğini, bizi bulamayınca komşulara haber bıraktığını. Postaneye gidiyoruz ailecek, acı haberi orada alıyoruz. Canımın içi yaralı kurtulmuş. Ayaklarım tutmuyor, yere çöküyorum ve kendimden beklemediğim bir şekilde haykırarak ağlıyorum. Apartopar eve dönüyoruz, o gece ayağım şişiyor üzüntüden. Annem, canımın içiyle birlikte hastanede. Eve telefon edemiyor, telefonlarımızı dinliyorlar belki, yarım kalan işi tamamlamak canımın canını almak için. Korkmuyorum, tam tersi sokağa çıkıp bağırmak istiyorum, erkekseniz arkadan vurmayın diye. Hayatımız bir daha eskisi gibi olmuyor. Sahilde yürüyüşler, çarşı pazar gezmeleri, başbaşa bir yerlere gitmek, gizli saklıya da başladık. Hep bir tedirginlik var içimizde. Takip ediyorlar mı, nereye gideceğimizi biliyorlar mı, aynı yere asla aynı yollardan gidemiyoruz, gözümüz hep dikiz aynasında. Vatana bunca yıl hizmet etmenin mükafatını alıyoruz hep birlikte...."
  
" Bembeyaz çarşaflara sarılıyım, her yer mis gibi kokuyor. Cennetteyim diye düşünmek üzereyken, morfinin azalan etkisiyle acımı taa derinden hissediyorum. Hafızamı zorlayarak hatırlamaya çalışıyorum, neler olduğunu. Herşey film şeridi gibi, o ben miydim diyorum içimden. Yatak batıyor, kalkmak istiyorum, bacaklarımı oynatmaya çalışıyorum, fark ediyorum ki artık bacaklarım yok, nasıl yani? Yoksa o patlayan bombayla mı.....?"

"Ben arabaya iniyorum, siz arkadan gelirsiniz. Hava soğuk, ellerimi cebime koyuyorum. Arabayı çalıştırırsam bizimkiler üşümez, hem.... Arabaya biniyorum, herşey olağan. Motoru çalıştırıyorum, güüüümmmm....."

" Annemin kucağındayım. Sırtım sırılsıklam. Ne kadar kalabalık burası. Daha fazla ıslanacağımı bilsem bile, iyice siniyorum annemin kucağına, korkuyorum, annem durmaksızın ağlıyor. Yanımızda bir hemşire var. Yoksa aşı günü mü, eyvah ! Büyükçe bir kutu getiriyorlar, kadınlar avaz avaz bağırıyor, annem yere düşüyor, kucağındaki beni sıkıca tutarak. Hemşireler yetişiyor. Annemin elinden kurtulup o kocaman kutunun yanına gidiyorum. Babam gözlerini dikmiş bana bakıyor, başında şapkası. Korkuyorum, beni kucağına al baba diyorum; cevap yok. Bir daha söylüyorum, sonra bir daha, bir daha. Dedeciğim koşuyor imdadıma, vah evladım, küçük yetimim diyor, beni o kucaklıyor. Yetim ne demek?......"  


Günceme başlarken, blogumun asla ve asla siyaset içermeyeceğine karar vermiştim. Büyük konuşmamak lazımmış. Kaç gündür, hatta belki aydır kafamda döne döne uçuşan düşünceler yüzünden, bugün bir istisna yapmaya karar verdim. Son bir haftadır daha bir gündemde olan "açılım", "sayın Öcalan", "İmralıyla müzakere" haberleri ve son olarak dün yapılan kutlamalar bende bu isteği kamçıladı.

Çünkü fark ettim ki, "Köy yanar, deli taranır" misali bahardan, seyrettiğim filmlerden, biricik kuzumdan, yemeklerden bahsediyorum. Sanki bizim köyde herşey olağanmış gibi. Belki de olağandır herşey, ters olan benimdir, bunu da tarih gösterecek....

Blogum herkese açık, bu yüzden ne tip geri dönüşler alacağım bilemiyorum ama şunu söylemek isterim ki, bir gün gelip terör dediğimiz o korkunç savaşın sona ermesi için, terörist başı dediğimiz adamla yasal varlığı olan devletimin masaya oturacağı, birşeylerin aniden kötü- diğer şeylerin aniden mübah sayılacağı aklımın ucundan geçmezdi. Hani terör, terör örgütü kurmak, finanse etmek suçtu? Daha basite indirirsek, sistemli olarak insanları öldürmek, maddi tahribatlar vermek, ülkeyi bölmek istemek suçtu? Devlet, suçluyla masaya oturur mu? En basitinden bu durum kamu vicdanını nasıl etkiler?

Kamu vicdanını bilemem, herkesin gönlü kendine ama terörden öyle ya da böyle etkilenmiş bir insan olarak ve etkilenmiş kesime yakın olarak vicdanımın bu son durumu kaldıramadığını söylemek istiyorum. Ve şunu vurguluyorum ki, evet terör bitmeli, kan akmamalı, huzur ve refah olmalı. Peki bunun yöntemi suçlu dediğimiz kişilerle masaya oturmak mı, başka yolu yok muydu?

Özellikle ben yaşta olup TRT 1'deki "Anadolu'nun içinden" programıyla her gün ilkokul dönüşü terörden taranmış bebek fotoğraflarını seyrederek büyüyen eskinin "çocukları" zamanın "büyükleri" olarak, bu acıları (pardon "masal"ları) yaşamış/yaşamakta olan kalplere ne diyeceğiz?

Bu yazı, doğum tarihini bilmeyen, ama evlilik yıldönümünü (25 Mart) kendisine doğum tarihi olarak seçip son nefesine kadar mutlulukla kutlayan canım Büyükbabam içindi, rahmetle....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac