Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



4 Haziran 2013 Salı

Dayan Gezi !

Ben, 1978 İstanbul doğumluyum. Apolitik bir ailede dünyaya geldim, evimizde asla siyaset konuşulmazdı. Küçükken evimize her gün Cumhuriyet alınır, evin her ferdi bu gazeteyi satır satır okurdu. Milli bayramlarda bayrak asılır, telefonla birbirimizi arar kutlama yapılır, okulumuzdaki törenleri kaçırmazdık. Dini bayramlardaysa mutlaka aile büyükleri ziyaret edilir, mezarlığa gidilirdi. Kurban kesmezdik ama bağış yapardık. Haftasonları, düğünlerde, keyifli buluşmalarda bir iki kadeh içki de içerdi büyüklerimiz. Sigara evimize girmezdi. Tek sorun daha evvel de bahsettiğim 1 Mayıs'lardı, ailem öcü gibi korkardı 1 Mayıs'tan, belki 1977 Taksim olaylarını bizzat yaşadıkları içindi kim bilir? Büyüklerimizden gördüğümüz bu geleneklerimizi halen daha sürdürürüz, e alışkanlık olmuş ne yapalım?

Geçtiğimiz cumartesi gününe kadar hayatımda sadece ve sadece 2 eyleme fiilen katılmışlığım vardı. Üstelik hukuk fakültesi öğrencisi olmama rağmen. Bunlardan ilki 94 ya da 95'te Taksim meydanında yapılan Cumhuriyet Mitingiydi. Valilik izniyle yapılan bir mitingti, okuduğum lise organize ederek götürmüştü bizi ve rahmetli anneciğimden yalvar yakar izin koparabilmiştim. Gayet sakin geçti, bayraklarımızı salladık, marşlarımızı okuduk ve eve döndük.

Diğer gösteriyse hukuk fakültesine girdiğim sene olmuştu. Annem hayattaydı o sıra. Birinci sınıftaydık, sınıfımızda Hatay'dan gelen iki kardeş vardı, bunlar sobalı bir bekar evinde kalıyorlardı. Bir gece kardeşlerden biri sobadan zehirlenmiş ve ölmüş. Haydarpaşa Numune Hastanesi de sanırım maddi sebeplerden çocuğun naaşını almayı kabul etmemiş ve naaş ortada kalmış. E aile Hatay'da, maddi durumları öyle şahane değil hop diye gelip naaşı alıp memlekete götüremeyecekler. Tüm arkadaşlar toplandık, yürüdük hastanenin bahçesine, ellerimizi çırptık, çocuğun ismini haykırdık, hastane yönetiminin bu anlayışsızlığını, 17-18 yaşlarında hayatını kaybeden arkadaşımızın ortada kalışını protesto ettik. Akşam eve dönüp bunu anneme anlattığımda önce gözleri yuvalarından fırlar gibi oldu, sinirlenecekti belli, ama nedenini öğrenince yumuşadı. Sevgi dolu bir kadındı, ama beni karşısına alarak konuştu. Kendisinin 68'lerde İstanbull hukuk fakültesinde okuduğunu, bir iki eyleme katıldığını, sınıf arkadaşı Deniz Gezmiş'in idam edildiğini, o yaşta tüm bu olanlarla ne kadar sarsıldığını, benim başıma bir haller gelirse mahfolacağını anlattı bana. Dayanamadım ve ona söz verdim, bir daha ne olursa olsun "uslu uslu" oturacaktım yerimde. Aradan birkaç hafta geçti, annem öldü, dibe vurdum.

Sonraysa sorumluluklar. Kardeşim, büyükbabam, gelecek kaygısı. 4 seneden mezun oldum, stajı hemen yapıp işe girdim. Önce icra işi ardından bir plazada 10 yıla yakın çalıştım, ta ki Defne doğana kadar. Sonrası takip edenlerce malum "ev hanımı" oldum konu kapandı.

Lafı bu kadar uzatmamın nedeni, tahammül edip okuyanlara ne kadar "çapulcu", ne kadar "ayyaş", ne kadar "militan ve anarşik" ve ne kadar "marjinal grup üyesi" olduğumu anlatma amacıyladır.

Ta ki geçen cumartesi sabahına kadar. Cuma günü Gezi Parkı'ndaki protestoculara yapılan hakikaten orantısız güç kullanımı yüzünden cuma akşamı ve gecesi protestoların dozu arttı. O akşam Defne uyuduktan sonra sosyal medyadan olayları takip ettik eşimle. Gece yarısını hayli geç yattıysak da uyuyamadım ve sabaha karşı 5,5 gibi kalkıp tekrar bilgisayarın başına geçtim. Yukarıda anlattığım tipime benzer bir arkadaşımla yazıştık o saatte. Bana çok kalabalık olduğunu, insanların yardıma ihtiyacı olduğunu vs anlattı. Gitmek istediğimi söylediğimde de karşı koydu bana, "küçük çocuğun var biz senin için de oradayız" dedi. Ama ok yaydan çıkmıştı artık, yerimde duracak gücüm yoktu. Gitmeliydim görmeliydim, en azından bakmalıydım neler olduğuna. Oturduğum yerde oturmanın, ahkam kesmenin sonu gelmişti, yanıma alacaklarımı kafama not ettim, Defne de uyanınca kahvaltımızı ettik, eşim Defne'yle kaldı, onun tüm muhalefetine hatta kavga etmemize rağmen elimde bir dolu simit, bir poşet limon, bezden gaz maskesiyle evden çıktım. Kalamasam bile kalacak olanlara verecektim elimdekileri, en azından bunu yapacaktım.

Otobüs durağına geldim, tam o an karşı şeritten içi kötü kötü adamlar dolu bir araba geçmekteydi, kafalarını çevirip bana bir bakış attılar ki sormayın. Tam o an otobüs gelmeseydi arabayı çevirip yanıma yaklaşırlar mıydı acaba sorusunu hala sorarım kendime. O an anladım ki yalnız çıkmamalıydım evden, ama dönecek halim de yoktu. Otobüsle Mecidiyeköy'e gittim ve oradan yürmeye başladım. Bir yandan da arkadaşlarımı arıyordum telefonla, hepsi evindeydi o saatte. Sabahın 8'inden bahsediyorum. Ortalık sakindi, metro çalışmıyordu, bu sukunetle Harbiye'ye kadar geldim. Ve Harbiye'de manzara değişmeye başladı. Manzarayla birlikte benim de boğazım ve burnumun içi hafif hafif yanmaya başladı. Gece ne kadar sıkmışlarsa o gazı, sabaha kadar durmuştu.

Belediye ekipleri ve dozerler harıl harıl ortalığı toparlıyordu, duvarlara sloganlar yazılmıştı, etrafta limon kabukları, mendiller, sahipsiz bir gömlek vardı. TRT binasını geçince gruplar halinde polislere de rastlamaya başladım. Oturmuş dinleniyorlardı, etrafta benim gibi fotoğraf çeken ve gezinen insanların sayısı bayağı azdı. Bol bol fotoğraf çektim. Gezi Parkı'nın girişine kadar yürüdüm, meydanın Harbiye girişinde polis barikatları vardı. Karşı kaldırımdan yola devam edip meydana çıkabilirdim aslında ama korktum, çünkü ortalık ufak ufak kıpırdanmaya başlamıştı, bense yalnızdım. Avcuma eşimin cep telefonunu yazdım, ola ki birşeyler olursa arasınlar diye. Saat 10 civarıydı, artık eve dönmeye karar verdim, yalnız başıma ne yapacaktım ki? Elimdeki poşetleri, meydana doğru yürüyen protestocu gençlere verdim. Böylece onlarla konuşma imkanım da oldu. Üniversiteli erkek çocuklardı, geceyi Taksim'de geçirmişlerdi, "Tünel çok kötüydü" dediler, "polis acımadı" dediler, kurşun asker gibiydiler, kiminin ayaklarında terlik vardı, çantaları bile yoktu, silahsız, tüyleri yeni bitmiş erkek çocuklardı. Vedalaştık....

Ben aksi yöne yürürken, polis de yavaş yavaş toparlanmış Gezi Parkı'na doğru ilerliyordu. Sırtlarına gazları yüklemişlerdi, elleriyle de hortumların ucunu tutuyorlardı. Yanyana geçtik birbirimizi, dayanamayıp gözlerinin içine baktım, hayatımda bu kadar kayıtsız bu kadar ruhsuz ifadeler görmedim desem abartmış olmam. Sanki birazdan gazı, o çocuklara sıkacak, tekme tokat girişecek adamlar bunlar değildi. Kendimi tutamadım ve hüngür hüngür ağladım sokak ortasında. Sinirlerim bozulmuştu. O halde eve döndüm, fotoğraflarımı eşime gösterdim, barıştık vs....

Olay sadece Gezi parkı değil aslında, olay son 11 yılın iktidar politikasının protestosu. Gezi parkı sadece bardağı taşıran son damla oldu. Halkın yarıya yakınının oyuyla iktidara gelen bir parti, kalan diğer yarının haklarına değer vermiyor, istediği gibi at koşturup dikta rejimi yaratabileceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Bu ülkenin kurucularına "ayyaş" demek, yatak odalarımıza kadar karışmak, insanları Silivri'lere Hasdal'lara hapsedip, eften püften iddialarla orada tutmak, tescilli terör örgütüyle anlaşma yapmak, sadece yandaşlarına bakıp diğerlerinden yüz çevirmek daha onlarcasını sayabiliriz.... "Ne değerliymiş o 20 ağaç" diye bağırıp duranlara bunları hatırlatırım.

Olay belli bir parti ya da ideoloji de değil. Bizzat söylüyorum protestolara katılan CHP'li, MHP'li, AKP'li , ÖDP'li arkadaşlarım var. Amaç iktidarı devirip başka bir partiye iktidarı vermek değil. Amaç, "ben buradayım" demek, "benim ihtiyaçlarıma, önceliklerime saygı göster" demek. "Dünya yıkılsa da benim dediğim olacak" mantığı bize sökmez demek.

Olay, ortalığı yakıp yıkmak da değil. Ama arada provakatörler ve kendini fazla kaybedenler var. Tüm toplumsal olayların gerçeğidir bu. Can havliyle kendinizi korumaya çalışırken, kaçmaya çalışırken bedeninizden başka birşeyleri ne kadar görebilirsiniz? Üstelik polis hakikaten orantısız saldırıyor. Ankara'da yaşayan çocukluk arkadaşım eşiyle birlikte ölesiye coplanmış. Karısını korumak isterken tam 7 polis coplarla, tekmelerle girişmişler ona. Mosmormuş vücutları.

Olay, ülkeyi kaosa sürüklemek, kardeş kavgası yaratmak da değil. Zaten kardeşlik duygusuyla birçok farklı görüşü savunan insan katılıyor bu protestoya. Farklı partilere, farklı dini görüşlere inanan, farklı takımları tutan, farklı kimliklere sahip olan insanlar var orada. Ama başbakanımız çıkıp da "ben istersem bir milyon kişiyi toplarım" dediğinde ya da "evlerinde zorla tuttuğum % 50 var" dediğinde iş provake edilmiş olmuyor mu? Hani küçükken kavga ederdik, büyüklerimiz gelip ayırırlar, barıştırırlardı bizi. Hani "yangına körükle gidilmez"di? Hani "kanı kanla yıkamazlar kanı suyla yıkarlar"dı? Bu açıklamalar, hangi partiden olursa olsun, birçok şehrinde protestolar olan bir ülkenin idarecisine yakışıyor mu, benim "ayyaş" kafam, "marjinal" düşünce yapım algılamıyor...

Üstelik nabız bu kadar yüksekken yurtdışı gezisine çıkmasına ne demeli? Siz kavga eden insanlar olduğunu görünce ayırır mısınız yoksa arkanızı dönüp gider misiniz?

En önemlisi de ben ve arkadaşlarımın en büyük kızgınlıkları sadece iktidara da değil. 11 yıldır iktidarla aynı sıraları paylaşan diğer partilerin milletvekillerine ve yöneticilerine de kızgınız. Bu kadar basiretsiz oldukları için. Dolayısıyla tekrarlıyorum ki olay iktidar da değil; politikalar, siyaset, sıradan insanların vicdanlarına ters düşen işlemler.

Peki ne mi istiyoruz? Atatürk Türkiye'sinde barış ve huzur içinde yaşamak. Bu zaten mevcut yasalarla bize tanınmış bir hak değil mi? Hakkımıza dokunmaya, dokunmaya yeltenmeye, dokunmuyor gibi yaparak dokunmaya kimsenin hakkı yok, olmayacak da.

** Fotoğraflar ve aklımdaki senaryolar bir başka postta olacak, Defne uyandı ve durmuyorrr....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac