Yaşam Notlarım'a Hoş Geldiniz.



14 Eylül 2013 Cumartesi

Kalimera Dostum !

22 Temmuz pazartesi sabahı kahvaltıdan sonra arabaya atlayıp Ayvalık’a gittik. Niyetimiz önce Ayvalık’ta biraz vakit geçirip ardından deniz motoru ile Cunda Adası’na geçmekti. Böylece minik Defne’ye ilk deniz yolculuğunu da yaptırmış olacaktık. Karı koca biz de 3 yıl aradan sonra Cunda Adası’na gidecektik.


Ayvalık’ta Bim’e gelmeden hemen önceki ara sokağa girerek arabamızı park ettik. Yıllardır kullandığımız bu otopark, aslında bir okulun bahçesi, yani otoparkın geliri okula ait. Defne artık pusete binmeyi şiddetle reddettiğinden elinden tutarak Ayvalık’ta biraz gezindik, ardından tostlarımızı yemek ve soluklanmak için her zamanki gibi, Deniz İçi Kafe’ye gittik. Burası, hemen motorların başladığı yerde, deniz kenarındaki lokantaları geçince uçta. Püfür püfür rüzgar alan, sıcağı hissettirmeyen, yıllardır servisinden ve yiyeceklerinden memnun kaldığımız bir kafe. Oturabileceğimiz en uç noktayı seçtik ve birer Ayvalık tostu, çay-limonata- Defne’ye “milli içkimiz” ayran ısmarladık. Bilmeyenler için, Ayvalık tosu büyük tost ekmekleri kullanılarak yapılan arasına sosis, domates, turşu, ketçap- mayonez gibi bilcümle zararlı ve bir o kadar lezzetli ürün katılan, bildiğimiz tostların çok dışında harikulade bir lezzet. Dışı tabii tereyağlı. Siparişlerimizi beklerken, Defne oracıkta yüzen irili ufaklı balıkları gördü ve çok sevindi, geçen yıl burada oturduğumuzda da benzer tepkileri vermişti, ama bu sene balıkları özellikle beslemek istedi. Evden bayat ekmek getirmiştim, böylece o biraz oyalandı, biz de soluklandık.

Yemek faslından sonra motora atlayıp Cunda Adası’na yola çıktık. Ayvalık-Cunda arası motor her saat başı kalkıyor, kalkmadan önce de kaptan uzun uzun düdük öttürerek geç kalan yolcuları toparlıyor. Defne işin bu kısmına, üniformasını giymiş, şapkasını takmış, bembeyaz sakallı kaptana bayıldı. Yol boyunca da uslu uslu oturup etrafı seyretti. İlk deniz yolculuğunu da bu şekilde yapmış oldu.

Hareket etmeye yakın, yolculardan bir amca bize İngilizce olarak kalkış saatini vs sorunca onun turist olduğunu anladık, sohbeti koyulaştırdık. Malum, Türk insanıyız ya misafirperveriz, yardımseveriz. Hemen yörenin meşhur ürünlerinden bahsettik, hediyelik eşya bulabileceği yerleri anlattık, motor saatini tekrar tekrar söyledik. Meğer kendisi Rum’muş, Atina’dan geze geze Midilli Adası’na gelmiş, oradan da günübirlik Ayvalık’a ve tabii Cunda Adası’na. Eşi ona katılmamış, Midilli’de arkadaşlarıyla kalmayı tercih etmiş. 3 torunu varmış, kendisi emekliymiş vs vs.

Cunda’ya gelince amcayla vedalaştık ve kendimizi hediyelik eşya satan dükkanlara attık. Her bütçeye ve zevke uygun, kesinlikle eliniz boş çıkamayacağınız bu dükkanlarda, yok yok. Rüzgar gülleri, buzdolabı manyetleri, takılar, fener ve yelkenliler, Şile bezi elbiseler, her şey her şey. Yazlık için bir rüzgar gülü aldıktan sonra iki buzdolabı manyeti beğendim. Çocuklar için yapılmış bu manyet aslında bir resim çerçevesi. Birini, karşılaşırsak Rum amcaya veririm diye düşünmüştüm, karşılaşmazsak da yazlık evde bırakırdım.

Kısa alışveriş turundan sonra balık lokantalarından aklımıza en yatana yöneldik, balık pazarlığı, fiyatları öğrenme vs derken masamıza oturduk, yemeğimizi yedik. Hesap ödemeye yakın gözüm Ayvalık’a kalkacak olan motora ilişti, bizim Rum amca gayet asık bir suratla motorda oturmuştu. Bizim de geç olmadan yetişmemiz gerekiyordu, apartopar kalkıp koşa koşa motora attık kendimizi. Amcanın yanına yerleşince de neden öyle sinirli olduğunu anladık, meğer lokantada bizimkini kazıklamaya kalkmışlar. Bir bira ve bir porsiyon kalamara 40 lira ödemiş, o kadar sinirli ve mutsuzdu ki anlatamam. Bir daha gelmeyeceğini, tüm arkadaşlarına bu olanları anlatacağını, sinirinden hediyelik eşya satan dükkanlara da gitmediğini anlattı bize. Çok ama çok üzüldük, elimizden geldiğince onu sakinleştirmeye çalıştık ve son nokta olarak bendeki buzdolabı manyetlerinden birini torunlarına götürmesi için ona verdim. "Tüm olumsuzlukların yanında güzel şeyler de vardır hayatta" dedim, "maalesef dünya üzerindeki tüm turistlerin çilesi bu yaşadıklarınız". Dilimden bunlar dökülürken kalbim bambaşka söylüyordu, düpedüz haksızlıktı ona yapılan, hata yapıp kalp kırmak çok kolaydı ama yarım saatlik yolcuğumuzda o kalbi onarmaya çalışmak bir o kadar yorucu ve zor oldu. Adamcağız tam olarak yatışmamıştı motordan indiğimizde ki kendisini polis karakoluna şikayet için attı, ama orada da derdini ifade edemeyince (sanırım polisler İngilizce bilmiyorlardı yine iş bize düşecekti ki adam “of be” diyip kalktı gitti) Midilli motoruna doğru yola koyuldu, biz de kendi derdimize düştük.

Defne’cik ise tüm gün fazlasıyla uyumlu ve tatlıydı. Pusetsiz olmasına rağmen onca yolu bizimle kat etti, dükkanlarda bir şeyleri tutturmadı, ona aldıklarımız ve almadıklarımızla yetinmesini bildi, her zamanki iştahsızlığıyla beni yine üzmüş olsa da uyumlu bir minik yerli turist olmasını bildi. Ve ben şunu anladım ki, kızım hakikaten büyümüş…… annesi ve babası gibi birer gezgin olma yolunda emin adımlar atmakta....

2 yorum:

  1. Turistik yerlerde en çok dikkatimi çeken şey Türklere ve turistlere farklı fiyatlar içeren menüler verilmesi olmuştu. Aynı hizmeti iki farklı insana nasıl farklı fiyatla satarsın diye tartışmışlığım bile vardır. Ancak ne yazık ki biz Türk insanının aklı hep kazıklamaya çalışıyor :( İstanbul içinde bilmediğim bir yere taksi ile gitmeye korkuyorum çünkü mutlaka beni dolandırmaya kalkıyor. Bu huyumuzdan nasıl vazgeçeceğiz hiç bilemiyorum :(
    Minik gezgin Defne'ye kocaman bir aferin Gülcan teyzesinden :)

    YanıtlaSil
  2. Başka ülkelerde de durum benzer sanırım, insanoğlunun huyu kötü naparsın. Amam işte yanlışı düzeltmek hiç yapmamaktan daha zor ve kötü reklam maalesef hepimize kaybettiriyor. Sevgilerimle Gülcan :)

    YanıtlaSil

 
Zirve100 Site istatistikleri
Zirve100 Sayac